22 Temmuz 2010 Perşembe

Siparişim Geldi(çok kısa, o yüzden dinleyecek birşey yok:))

Bu bir önceki blogumda bahsettiğim siparişim var ya, gelmiş o.. Şimdi onu almaya gidiyorum, ve ona kavuşacağım için gerçekten çok mutluyum dostlar, heyecanlıyım da ayrıca:)

Bu kadardı evet.. Twitter'a dönüştürmek istemiyorum blogumu, ama bu böyle oldu maalesef:)

Haydi görüşürüz..

Utku

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Çocuklar Gibi Şen(yazı kısa ama, okurken The Beatles-Happiness is a Warm Gun dinleyin)

http://fizy.com/s/1d7exx#s/11hq8q

Ya az önce doküman okuyacağım diyordum evet, ama şunu yazmadan da geçemeyeceğim..

Bir sipariş vermiştim ben internetten, ve dediklerine göre perşembeyi cumaya bağlayan geceden itibaren alabilecektim o siparişi.. Ancak dün aldığım bir habere göre, bir hata olmuş bana verdikleri tarihte. Bu durumda, aslında ben o siparişimi çarşambayı perşembeye bağlayan geceden itibaren alabilecekmişim.. Nasıl sevindim anlatamam yahu, alt tarafı bir sipariş tabii ama, olsun, değişik oluyormuş insanın kendini ilk kötüye alıştırması, ve sonra ondan daha iyi bir durumla karşılaşması:)

Artık bekliyor dokümanlar:)

Haydi görüşürüz..

Utku

Bir H.sonu Tatili Daha(okurken Muse-Butterflies and Hurricanes dinleyin)

http://fizy.com/#s/11j2xb

Bu h.sonu da Marmaris'teydim dostlar. Ulan ne çok geziyor bu adam diyenler için açıklama; annemler gidiyordu, bana sordular gelir misin diye, ben de neden olmasın dedim. Ayıptır söylemesi, annemler, iki arkadaşlarıyla bir tekne aldılar, o tekneyle ilk defa kendi başlarına bir gezi yapacaklardı(tekne yelkenli olduğundan, kendi başlarına çıkmaları bir olaydı yani), ve ekstra insan gücü olsun, ve aynı zamanda da bilen birisi olsun yanımızda diye, beni de çağırdılar.. Ben de bu stajın verdiği tekdüzelikten kurtulmak adına gittim tabii ki..

İlk olarak tekneden bahsedeyim biraz.. Kendisi, bir adet Grand Soleil 45 oluyor. Gayet güzel bir tekne, ve fotolarına da şu siteden bakabilirsiniz(http://www.grandsoleil.net/gs45.php?slide=1).. Biraz yelken sporuyla ilgilenenler için biraz daha detaya gireceğim hatta şimdi: Tekne çok güzel orsaya giriyor, 30 derece orsada 8 nm hız yapabiliyorsun 20 knot rüzgarda.. Ana yelken alanı oldukça büyük.. Ve sıra en beğendiğim özelliğinde; ana yelken arabası havuzluğun içinde.. Bu durumda, ana yelkenciyle piyanocu birbirini hiç engellemiyor, onun dışında da ana yelkenci bumbanın ucundan iş yaptığından, hem gereksiz güç harcamıyor, hem de yaptığı işi daha iyi izleyebiliyor..

Kiminiz için sıkıcı kısımları geçtikten sonra, tatile dönebilirim tekrar.. Hava o kadar sıcaktı ki, arada sırada erimiş olabilirim gerçekten.. Çünkü, durduğun yerde şakır şakır terliyorsun(gerçi o bana özgü bir durum da olabilir tabii:)), ve bunu engellemek için yapabilecek hiçbir şeyin yok.. Ama bu sıcakta bir yandım ki, gerçekten çok güzeldi.. Böyle zenci gibi de olmadım(olamadım daha çok, çünkü 3 günde ancak bu kadar olabildi), ama tam istediğim rengime kavuştum.. Geçen haftaki Bodrum tatilinde gündüzleri daha çok uyuduğumdan yanma gibi bir olanağım olmamıştı, ama bu h.sonu o arayı kapattım gerçek anlamda..

Erken kalkıp erken yatma alışkanlığımdan ne yazık ki vazgeçemiyorum, bu staj beni mahvetti o açıdan.. Marmariste bile(gerçi teknedeydim ve annemler vardı yanımda, bir akranım vs. yoktu, sebep o da olabilir tabii) 11de koydum kafayı uyudum.. Gerçi geceleri uyandırıldığımdan ötürü, aslında normal miktarlarda uyudum sayılır, ama umarım bu durum hakkaten geçici birşeydir.. Zira, mesela önümüzdeki c.tesi günü gideceğim konserde uyuklamak çok istemiyorum gerçekten:)

Neyse dostlar, ben kaçıyorum, okumam gereken bazı dokümanlar var, onları bitireyim..

Haydi görüşürüz..

Utku

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Mutluluk(okurken Nev-Aşk dinleyin)

http://fizy.com/#s/1ajeov

Biraz evvel geldi bu duygu hali bana, sardı beni, sürekli gülümsüyorum ben yaklaşık bi saattir.. Niye böyle oldu bilmiyorum aslında, bu geçen günkü özlem gibi birşey oldu bu da. Bir anda geldi, gitmiyor.. Gitmesin de zaten, sevdim çok bu durumu..

Çok güzel bir duygu kendisi.. Böyle tüylerin diken diken geziyorsun bir süre, ilk bu durum vurduğunda sana. Sonra tüyler inse de, içindeki kıpırtı geçmiyor, bir gülümseme alıyor suratını, kendini sırıtmaktan alamıyorsun:) Sonsuza dek sürsün bu halim diyorsun kendine, asla bitmesin..

Neyse dostlar, umarım bitmez bu ruh halim, uzun süre sürer:)

Haydi görüşürüz..

Utku

H.sonu Bodrum, 2gün 2 gece(okurken Pinhani-Haftanın Sonu dinleyin)

http://fizy.com/#s/1agxav

Evet sevgili dostlar, dün gece(aslında bugün oluyor kendisi, saat 2.30 falandı, hatta 3) Bodrum seyahatimi bitirip İstanbul'a ve sıkıcı(e haliyle Bodrum'dan dönünce sıkıcı oluyor) staj hayatıma geri döndüm.. Buraya kadar herşey o kadar da kötü durmuyor değil mi, hatta diyorsunuzdur; "ulan daha ne istiyorsun, h.sonu bile olsa tatil yapmışsın yani" diye.. Öyle olmuyor arkadaşlar ne yazık ki.. Bodrum'dan ayrılmak üzere havaş otobüsüne bindiğin, hatta o otobüse binmeden insanlarla vedalaştığın anda mahvoluyorsun gerçekten. Hele o vedalaştığın insanların uzun bir süre daha orada eğleneceğini bilmek oldukça fazla koyuyor insana dostlar..


Oraya gideceğimi aslında oradaki arkadaşlarım bilmiyordu. Daha doğrusu, bir tanesi bilmiyordu.. Amacım da ona sürpriz yapmaktı zaten. Gecenin bir yarısı, saat böyle 12.20 sularında beni görünce onun yaşadığı şok ve sevinci görmek aslında yetmişti bile bana.. Hayır, yalan söylüyorum aslında, orada geçirdiğim zaman asla yetmedi bana, 2 gün nedir yahu, resmen dişimin kovuğuna yetmedi desem yeridir.. Bunu da biliyordum gitmeden bile, yetmeyeceğini, hatta döndüğümde daha da sıkılacağımı.. Olsun ama, ben geçtiğim h.sonunu şuan hiçbirşeye değişmem:)

Denize çok girememiş olsam da, bir kez olsa da onu da yaptığım için, kendi kendime "yapmam gereken herşeyi yaptım" diyebiliyorum.. Gerek kulede içmek, orada çalan güzel müziklerle kendimden geçmek, gerek dostlarımla beraber olmak, onlara sarılmak, bana büyük bir mutluluk verdi.. Şimdi de bu yaşamış olduğum mutlulukları düşünüyorum ve tekrardan mutlu oluyorum ben.. Hayıflanmaya ve üzülmeye başlarsam sonu gelmeyecek çünkü, çok iyi biliyorum bunu:)

Neyse dostlarım, benim kaçmam gerekiyor sanırım, biraz iş bulacağım kendime ki, kafam dağılsın. Arada sırada da geçtiğimiz h.sonunu düşünerek mutlu olacağım:)

Haydi görüşürüz..

Utku

9 Temmuz 2010 Cuma

Benzin(okurken Metallica-Fuel dinleyin)

http://fizy.com/#s/17px25

Acaba bir gün yolda benzinim bitecek mi.. Çok merak ediyorum gerçekten, zira, bu aralar sürekli benzin göstergesinin kırmızı kısmında gösterge, ve neredeyse arabayı çalıştırdığım her seferinde, "biiiiiiiiiiip" sesi geliyor. Ama şunu da gerçekten çok merak ediyorum, yolda benzin bitmesi durumunda ne oluyor acaba.. Trafikteysen özellikle, arabayı kenara çekecek benzininin kalmaması durumunda, yolun ortasında kalıyor musun acaba, yanından geçen arabaların şöförlerinin ettiği küfürleri duymazdan gelmeye çalışarak:)

Bu gidişle bir gün olacak bu durum, hissediyorum:)

Haydi görüşürüz..

Utku

8 Temmuz 2010 Perşembe

Yolculuk(okurken Iggy Pop-The Passenger dinleyin)

http://www.izlesene.com/video/muzik-the-passenger-iggy-pop/1293387 (ilginçtir fizy'de bulamadım, ama burda var işte, bu da olur)

Yarın akşam işten çıktığım gibi bir yolculuğa çıkıyorum arkadaşlar.. Saat 6'da çıkarsam eğer işten, 9 gibi falan gideceğim yerde olmuş olacağım. Orda da pek de çok sevdiğim, bir kısmınızın tanıdığı, bir kısmınızın da tanımadığı birtakım arkadaşlarımla uzun bir ayrılığın ardından tekrar buluşacağım.. Ama konu burada onlarla buluşmam değil, o belki başka bir yazının konusu.. Bununki ise, başlıktan da anlaşılabileceği gibi; yolculuk:)

Severim ben yolculukları, birşeylerin başlangıcı anlamına gelir çünkü onlar.. Bir tatil, bir iş, bir gün... Bunlardan herhangi birinin ilk adımı olabilir yolculuklar.. Hele bir yol arkadaşı varsa, tadından da yenmezler aslında. Her ne kadar bu seferki yolculuğumda bir arkadaşım olmasa da, yine de güzel bir yolculuk olacak benim için:)

Bugüne kadar geçirdiğim yolculukları düşünecek olursak, belki en ilginci 2004 Temmuz'da yaz okulu için gittiğim Amerika'dan dönüşümdü. Detroit'teydim ben ve Chicago'dan aktarmalıydı dönüşüm.. Detroit'teki uçak hava koşulları nedeniyle 3 saat rötar yapınca, Chicago'daki uçağı kaçırmış ve bir gece havaalanındaki otelde kalmak durumunda kalmıştık bir arkadaşımla.. Arkadaşı çok sevmiyor olsam da(yani sevmiyor değildim de, seviyor da değildim aslında), ilginç bir yolculuk olmuştu o benim için..

Ama en iyisi ise, muhtemelen geçtiğimiz mayıs ayında birkaç arkadaş Sabancı'dan çıkıp bizim yazlığa yaptığımız yolculuktu.. Yolda gerçekten inanılmaz eğlendiğimi söyleyebilirim.. 2 araba çıktığımız yolda, gerek yan yana araba kullanıp birbirimize yüksek sesle müzik dinletmek, gerek hareket çekmek gibi, oldukça aptalca, fakat bir o kadar da eğlenceli hareketler yaparak gittik yazlığa.. Yol yaklaşık 2-3 saat sürdü, ama bence daha da fazla sürebilirdi, gerçekten hiçbir itirazım olmazdı benim, zira dediğim gibi, oldukça eğlendim, ve araba kullanırken gülünebilecek maksimum miktarda gülmüş olabilirim:)

Neyse, ben yarın yola çıkıyorum, yalnız da olsam yine güzel olacaktır elbet.. En kötü, i-pod'um yanımda olacak zaten:)

Haydi görüşürüz..

Utku

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Bodrum Bodrum(okurken, e tabii ki M.F.Ö.-Bodrum Bodrum dinleyin:))

http://fizy.com/#s/1ah6hy

Nasıl anlatsam, nerden başlasam.. Bundan yaklaşık üç sene öncesine tekabül ediyor, ilk olarak bir arkadaşımla yalnız tatile çıkışım ve doğal olarak Bodrum'a gidişimiz.. Aslında bizim okulun mezuniyet tatili vardı, ben zaten oradaydım, sonradan Murat gelmişti Bodrum'a(tanımayanlar için, Murat Yıldırım, benim yazlıktan oldukça yakın bir arkadaşım oluyor).. Sıcak bir gündü, tam da öğlen saati buluşmuştuk, 11-12 gibi falan.. Elimde bavulla nasıl terlediğimi anımsamak bile istemiyorum...:) Buluşup, ardından İstanbul'da rezervasyonunu yapmış olduğumuz Merhaba Pansiyon'a(bu da bilmeyenler için gelsin; barlar sokağının en sonunda oluyor kendisi, tam Halikarnas Disko'nun oralarda) yerleştik.. İçimdeki mutluluğun tarifi için kelimeler kifayetsiz kalabilirdi adeta.. Sıcaktan değil elbette:), ama öss'den kurtulmuş bir adamın onu takip eden yaz dönemindeki mutluluk zaten yeterken, üstelik oldukça samimi bir arkadaşıyla tatil yapıyor olması adeta steakhouse burgerın içindeki kızarmış soğanlar gibiydi dostlar. Tamamlıyorlardı birbirlerini onlar..

Yemediğimiz bok kalmadı evet, zira klasiktir, böyle bir durumda abazalar gibi içip sıçmamak olmaz(abaza derken, yani ayı gibi diyelim aslında). Gerçi kendimde yeterli performansı görememiş olsam da, Murat oldukça iyiydi.

Bir sene sonra aynı tatili Yiğitcan'la yaptım, sonraki sene de biraz daha gelişmişini Can'la.. Bu, şey gibi, hani charmander vardı ya pokemonlarda, Yigo'yla ve Murat'la yaptığım tatiller charmandersa, Can'la olan charmeleondu diyebiliriz.. Ancak şuana bakacak olursak, bir ofiste sıkışmış kalmış durumdayım dostlar. Belki geçen sene de yaz okulum vardı evet, ama onda hiç olmazsa cumalarım boştu ve 3, hatta perşembeden gittiğimi düşünürsek, 4 günlüğüne yazlığa gitme gibi bir lüksüm oluyordu. Şimdi ise, bırakın cumanın boş olmamasını, cuma gününden yazlığa gidebilme gibi bir durumum sözkonusu değil, işyerinin karşı(anadolu)da olması ve saat 6da paydos yapılmasından dolayı.. Ha çalışmaktan şikayetçi miyim, kesinlikle hayır, hatta belki de bu yaptığım iş benim için ilk deneyim olduğundan, oldukça heyecanlıyım da, ama ne bileyim, cumalar tatil olaydı, güzel olurdu yani:)

Aslında, muhtemelen, etrafımdaki insanların çoğu çalışmaya başladığında bu durum o kadar koymayacak bana, ama az da olsa hala şu tarihlerde uzun süreliğine Bodrum'a gidenler oldukça, ben burada ne yazık ki hapiste hissedeceğim kendimi.. Bühü..

Kaç kişiydik o zaman, bak kaç kişi kaldı şimdi..

Haydi görüşürüz

Utku

6 Temmuz 2010 Salı

Özlemek(okurken Bulutsuzluk Özlemi-Hasret dinleyin)

http://fizy.com/#s/1a6qfg

Aslında "Özlem" olacaktı yazının başlığı ama, kendisi aynı zamanda bir isim olmasından dolayı başlık olamadı..

Ne ilginç bir histir o. Birden böyle içinde beliriverir. Anlamazsın ilk başta ne olduğunu, neden böyle hissettiğini. Ama sonradan oturur içine o ruh hali.. Özlemeye başlamışsındır. Bunu gidermek için herşeyi düşünürsün, “n’apabilirim” diye kafa patlatırsın.. Ama hiçbirşey o ruh halini senden alamaz.. Öyle hissetmek zorundasındır, ve ta ki özlediğini tekrar görene kadar bu halden kurtulamazsın..

Niçin birden böyle duygusallaştım, böyle, efendime söyleyeyim, bir depresif moda girdim, açıkçası ben de bilmiyorum.. Zaman zaman gelir bana böyle haller, herhalde yakında da geçer diye tahmin ediyorum.

Haydi görüşürüz..

Utku

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Staj(okurken Mika-Relax, Take it Easy dinleyin)

http://fizy.com/#s/1042ue

Bir önceki gün başlayıp da ertesi gün bitirdiğim bir başka yazım olacak bu dünkü “Hangover” başlıklı yazımdan sonra. Bugün 6 Temmuz Salı, ve saat de 09.59.. Sebebi ise, dün artık gerçek anlamda birşeyler yapmaya başlamamdı.. Köşemde Family Guy izlerken(hatta stew-roids bölümü), insan kaynakları müdürü(veya müdiresi, her neyse işte) Bilgehan hanım’ın beni danışmanlardan biri olan Süleyman’ın bir nevi asistanı olarak ataması, bir anda heyecanlandırdı beni.. Zira korkmaya başlamıştım artık “acaba bütün 2 ay böyle mi geçecek?” diye.. Ama bu yeni durum oldukça sevindirdi beni, çünkü bir işe yaramak istiyordum gerçekten. Sabah 9da işyerinde olup, sonra akşam 6ya kadar hiçbirşey yapmadan, affedersiniz “mal” gibi oturmak bana koyuyordu açıkçası. Öte yandan, stajımın kabul görmeme durumu da alabileceğim bir risk değildi. Her ne kadar staj danışmanımla(supervisor oluyor kendisi ingilizcede) yaptığım konuşmada o bana Yapı Kredi’dense burayı tavsiye etmiş ve staj kabulüyle ilgili bir endişe duymamam gerektiğini söylemiş olsa da, sonuçta tanıdığım insanlar vardı stajı kabul edilmemiş veya stajını yalvar yakar anca kabul ettirmiş olan. Bu açıdan emin olamıyordum ben de.. Sonuçta staj defterine okuduğum kitapları, izlediğim filmleri-dizileri yazacak değildim haliyle..

Neyse ki ama korktuğum başıma gelmedi benim, ve dün(veya yazının başında atan tarih), birşeyler yapmaya başladım.. Yalnız, şu bana garip ve daha da çok üzücü geldi.. Benim dün yaptığım kodlamaların hiçbiri okulda bana öğretilen bir dille değildi, okulda sadece bana işin temeli gösterilmişti(ki o da CS201 adlı, bilgisayar mühendisliğinin en temel dersinde).. Bu şu demek anlamına da gelebilirdi belki(Can yorum yapacak, kesin:)); aslında okulda ileride yapacağın şeyi çok da öğrenmiyorsun, zira çalışmak için bir yere gittiğinde, orada belki 2 haftada öğreneceğin şey, okulda 4 senede öğrenmediğin birşey olabiliyor; tıpkı benim bu ara yaşıyor olduğum gibi.. Staj da bu yüzden zorunlu olsa gerek..

Gerçi bugün henüz göremedim Süleyman’ı, ama herhalde şu aralar gelir, biz de başlarız çalışmaya.. Keyif aldım çünkü dün. Valla bak:)

Haydi görüşürüz..

Utku


Ahanda not: Koloni incelemesi de haliyle gecikiyor dostlar, yapacak birşey yok..:)

4 Temmuz 2010 Pazar

Hangover!(okurken Britney Spears - Toxic dinleyin)

http://fizy.com/#s/1dl8fa

Ya hayattaki en kötü birşey olabilir akşamdan kalmak.. Gece eğleniyosun ediyosun, iyi güzel, ama sabah kalktığındaki durumun çok hoş olmuyor maalesef.


C.tesi, Yankı'nın d.günüydü bir önceki yazımda da söylemiş olduğum gibi, ve güzel bi d.günü oldu ona sanırım. Yaklaşık bi 20-25 kişiydik falan, güzel de bir gece oldu tahminen kendisi için. Bol bol içildi, gülündü edildi, ve aslında bu tip olayları ne kadar da özlediğimi farkettim ben de.. Hatta olaylardan çok insanları.. Seviyorum ülen sizi..

Neyse, konuya dönecek olursak eğer, dün sabah kalktığımda hakikaten birşeyim yoktu.. Özellikle de geceki halimi düşünecek olursak(düşünmesek de olur evet) daha kötü olmayı beklerdim ben.. Ama tek sıkıntım sadece uykumun olmasıydı.. O da bir süre sonra kendiliğinden geçiverdi. "Nası olur yea? Benim olayım hangoverdır!" diye düşünürken, saat 10 gibi(gece yani) bir mide bulantısı bastırdı ki, sormayın dostlar.. İlk defa başıma bu tip bişey geldiğinden(yok hangover'ı çok yaşadım, ama ilk defa bu kadar gecikti), tırsmadım da diil aslında.. Kendi kendime "şimdi bu bikaç gün devam eder" diye düşünüp durdum. Ciddi ciddi bi panik durumu yaşadım aslında..

Ama neyse ki sabah kalktığımda oldukça freş bi haldeydim, hatta uykum bile yoktu(ki gece yattığım anda uyuyamamış olmama rağmen). Garipsedim ilk başta tabii durumu, o sıkıntının üstüne bu durum normal gelmedi.. Ama kurcalamamak da lazım bence, "bi sal"dım ben de bu durumda..

Korkularımı, acılarımı ve sevinçlerimi paylaştığım bir başka yazının daha sonuna geldik.. Tahminen bu günün sonunda da "Koloni" isimli romanın incelemesiyle bir kez daha yazacağım, bir kez daha sizlerle olacağım..

Haydi görüşürüz..

Utku


Dipçik not: Bu yazı için pazar 12'de yazılmıştır diyor, ama yalan o ha, şuan günlerden 5 temmuz 2010 p.tesi ve saat sabahın 9.13'ü.. Dün başladıydım sadece, ama sonra tabi bugün yazınca gidişatı değişti..

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Doğumgünleri(okurken Reamonn - Tonight dinleyin)

http://fizy.com/#s/17nqn2

Oldum olası sevmişimdir d.günlerini. Özellikle sahibi bensem veya çok yakın bi arkadaşımsa.. Zira kendilerini hep bi fırsat olarak görmüşümdür, bir buluşma, muhabbet etme, güzel zaman geçirme, eğlenme fırsatı olarak. Küçükken, daha hayatıma "içmece" diye bi kavram girmeden de böyleydi bu, o kavram girdikten sonra da aynı şekilde devam etti bu hissim onlara karşı..


Konu nereden açıldı diye soranlarınız olursa eğer canlar, bu akşam pek sevgili Yankı'nın d.gününü kutlayacağız Küçük Beyoğlu'nda(incelemesi için bkz mistiklal.blogspot.com).. Mekanı son dönemde çok sevmiyor olsam da, yine tabii en elle tutulur yerlerden biri Beyoğlu'ndaki, bir de zaten kalabalık olduğumuzdan elimizde çok da farklı seçenekler yok ne yazık ki:)

Neyse, konuya dönecek olursak eğer, ben mesela d.günü programımı her seferinde taa ağustostan yapmaya başlarım, böyle de heyecanlıyımdır yani.. Ama hiç bir zaman da istediğim d.günü olmamıştır.. Taa ki geçen seneye kadar..

Evet belki sevgilim yoktu, evet belki hoşlandığım bir kız dahi yoktu o aralar(ki bunlar, özellikle sevgilinin olması, d.gününde olabilecek en güzel şeylerden biridir, bkz. esatın d.günü), ama bizim evde yaptığım d.günü hayatımın en güzel d.günü olabilirdi belki de.. Sebebi ne mi, bilmiyorum aslında, belki kafamın sürekli güzel olması ama sarhoş olmamam, belki insanların gecenin bi yarısı birbirlerini(beni de evet) havuza atmaları, belki de o kadar ayrı telden insanın bi şekilde anlaşmaları.. Bilmiyorum bunu ama, dediğim gibi, en iyisi oydu yani..

Bu sene de dilerim en az onun kadar iyi bi d.günü geçiririm. Hatta belki de olur da bi sevgilim olur falan kalan 3 ayda, daha da iyi geçer d.günüm, belli mi olur:)

Neyse, ben Yankı'nın d.günü için hazırlanmaya başlayacam şimdi, anca giderim, daha berbere falan da gidicem çünkü, yolum uzun:P:) Şimdiden ilk olarak bu blogdan kutlarım d.gününü onun çok çok, zaten akşam da güzel bi d.günü olacak onun için de, ben hissediyorum..

Haydi görüşürüz

Utku

2 Temmuz 2010 Cuma

Zagor.. Evet bildiğin Zagor:)(okurken Muse - Uno dinleyin)

http://fizy.com/#s/1d5iow

Sil Baştan'ı günün diğer yarısında bitireceğimi anladıktan sonra dün öğlen arasında Carefour'daki Remzi Kitabevi'ne gidip kendime bir cilt Zagor aldım.. Evet bildiğin Zagor:) Bilmeyenler veya unutanlar için hatırlatayım, Zagor bir çizgi roman oluyor, ana karakterin başlığa adını verdiği çizgi romanlardan biri. Zagor(karakter olan) baltasıyla ünlü, hatta "baltalı ilah" diye geçen bir karakter. Bir de Çiko diye göbekli bir yancısı var. O da işte klasik "komik" yancı rolünü oynuyor hikaye boyunca.


Liseye başladığımda aslında Teksas'a başlamıştım ben çizgi roman olarak, onda da aynı durum söz konusuydu, gerçi bir de küçük bir oğlan vardı. Bu Çiko'nun yerine Profesör karakteri vardı, ve o da aynı şekilde "odun" ana karakterin yanında biraz güldürü ögesi olsun diye yaratılmış bir karakterdi..

Zagor'un bu cildi 4 tane farklı hikayeden oluşuyor. Genelde hikayelerde "beyaz adam"ın zalimliği ön plana atılsa da, kızılderililerin vahşiliği de gözden kaçmıyor. Hatta bir replik vardı, aynen yazıyorum.. Burda Zagor'u bayıltıp bir yere bağlayan ve onu immobilize eden insanlar için diyor Zagor bunu:

"Suçlu ya da masum olsun, hiç kimseyi kızılderililerin eline bırakamam."

1. Allahaşkına bu nasıl bir adalet duygusudur, adamlar seni ölüme terketmiş, sen hala diyosun "kurtaracağım ben onları". Elbette adil olmak güzeldir, ancak bu kadarı fazla bile. Üstelik, adamları kurtarmak dediğin de kendi canını tehlikeye atmak demek oluyor aynı zamanda.
2. Bu kızılderililer kaç kere seni iyileştiriyor, hatta bir keresinde içindeki kötü ruhu kovuyorlar(daha 4 tane hikaye okudum, dikkatinizi çekerim, diğerlerinde de kimbilir ne oluyordur). Sen hala onlardan öcü gibi bahsediyorsun. Hiç yakıştı mı Zagor'cuğum senin adalet anlayışına bunlar.. Cık cık cık.. Çok ayıp, çok!

Sonuç olarak, irdelendiğinde aslında oldukça kaypak bir ana karakter olduğunu görsek de hikayede, genel hikaye bir şekilde sürüklüyor okuru, zaten ben de daha fazlasını beklemiyordum. Bir Frank Miller, bir Neil Gaiman çizgi romanları gibi derin birşey olması Zagor'u Zagor'luktan çıkarırıdı zira.. Benim aradığım şey, kolay okunacak, böyle su gibi gidecek, ve bana birşey katması şart olmayan bir çizgi romandı, aradığımı da bulduğumu söyleyebilirim.. Ha aslında hatta bir tarihsel bilgi de verdi bana bu öykülerden biri(hatta o az önceki repliğin geçtiği öykü). Bu bilgi diyor ki, Kristof Kolomb Amerika'yı keşfi sırasında tuttuğu günlüğü, döndüğünde Kral'a sunuyor, fakat Kral bunu geri verirken içindeki bazı kısımları siliyor. Yani, o günlüğün orjinali maalesef mevcut değil.

Bu bilgiyi de verdikten sonra sanırım yazımı da bitirebilirim. Dediğim gibi, eğer böyle kafa yormadan bir çizgi roman okumak istiyorsanız, ve karakalem tercih ediyorsanız, Zagor'un ciltlerinden birini alabilirsiniz.

Araya h.sonu girecek, Yankı'nın da d.günü falan var, ondan biraz uzayabilir sıradaki inceleme, ama: Sırada Jean-Christophe Grangé'dan Koloni var.

Haydi görüşürüz.

Utku

Ken Grimwood - Sil Baştan(Replay) (okurken the last shadow puppets - my mistakes were made for you dinleyin, tercihen akustik)

http://fizy.com/#s/10cllf

Az önceki yazımda demiş olduğum üzre, staj yapmaya başladığım 1 Temmuz 2010 Perşembe gününden beri(dün yani) işim olmadığından doğru düzgün, ben de biraz kitap okuyarak zaman geçiriyorum. Bu yolda dün bir adet roman bitirmiş bulunmaktayım. Kendisinin adı ve yazarını başlıkta zaten görmüş bulunuyorsunuz..


Romanın hikayesine gelince; Jeff adlı bir ana karakterimiz var(şimdiden söyleyeyim, burada yazacağım herşey kitabın arka yüzünde ve ilk 2-3 sayfasında görebileceğiniz şeyler, ondan dolayı bir spoiler vs. değillerdir.). Jeff 1988(sanırım öyle olması lazım)’de 43 yaşındayken kalp krizi geçirip ölüyor. Ancak bir anda gözlerini açıyor ve kendisini 1963’te Emory’de(okulu) yurt odasında buluyor. Önünde hayatını tekrar yaşaması için bir şans, ve neredeyse tamamını bildiği bir gelecek var.

Romanın genel konusu bu. Oldukça sürükleyici bir kitap olmakla beraber kendisi, bir başyapıt da sayılmaz. Ancak ben kesinlikle okumanızı tavsiye ederim, hele eğer böyle azıcık fantastik kurgudan hoşlanıyorsanız, sizin kütüphanenizde kesinlikle sağlam bir yer tutacaktır bu kitap.

Yine kitabın arkasında yazan fakat bazı insanlara göre spoiler değeri taşıyabilecek bir konuyu da sizinle paylaşmak istiyorum(ha bu arada onu beyaz bilem yaptım ki ilk bakışta hemencecik göze çarpmasın, okumak isteyen iki spoiler yazısının arasını seçmeye çalışırsa yazanı görecektir..):


--SPOILER--

Jeff bu tekrarı sadece bir kere yapmıyor, bunu da bilin.

--SPOILER—


Başka roman incelemelerimle en yakın zamanda karşınızda olacağım.. Sırada Zagor var, evet bildiğin Zagor..:)

Haydi görüşürüz.

Utku

Geri Döndüm!(okurken Mor ve Ötesi - Yorma Kendini dinleyin)

http://fizy.com/#s/1j46xq

HEY!


Döndüm geri ben! Bayağı bir süredir yazmıyordum, baktım bugün 6 ay olmuş. Oha lan, ayıptır yazıktır günahtır. Niye böyle olduğu konusunda da çok bir fikrim yok aslında, ama kader diyelim geçelim şimdilik.

Dün ben staja başladım.. Elsys adında bir SAP danışmanlık şirketi. Çeşitli projeler alıp danışmanlar bu projeler üzerinde çalışıyorlar. Ancak şimdilik(gerçi herhalde 2 gündür burada olduğumdan olsa gerek) doğru düzgün bir işim yok, bol bol kitap vs. okuyorum, mesela dün Ken Grimwood'dan Sil Baştan(Replay) isimli bir romanı bitirdim, oldukça güzeldi, hatta bu yazıyı bitirdikten sonra onunla ilgili bir inceleme yazısı da yazacağım.

Bu arada, olur olmaz heryere yürümeye de başladım ben, oldukça kararlıyım bu yaz kilo verme konusunda.. Bir de biraz olsun boğazımı tuttum muydu tamamdır. Ki şuana kadar o konuda da fena sayılmam, yurttayken yediğimin oldukça altında bir yemek miktarım var şu aralar.. Ancak bu staj yaptığım firmanın carefour'un(yanlış yazmış olabilirim belki evet) tam karşısında olması biraz sıkıntı yaratabilir, iş çıkışında buralarda biri(leri)yle buluşma ihtimalimden ötürü, ki bu durumda yiyeceğim şey fast fooddur, başka birşey değil.. Gerçi, dün okuduğum bir habere göre bir adam 2 saatte bir(3 de olabilir) bir dilim pizza yemek suretiyle 1.5 ayda 12 mi 15 mi ne kilo vermiş, ben de belki o diyete girebilirim aslında dedim kendime.. Bu da aslında fast foodun o kadar da kötü birşey olmadığını(yani, kötü de, o kadar değil :)) gösteriyor sanki gibi..

Biraz böyle oradan buraya kaymış, burdan şuraya kaymış, oraya kaymış olabilirim(bu bayan bu şekil giyinir, o bayan şu şekil giyinir, şu şekil giyinir), ama toparlayacağım muhtemelen ileriki günlerde. Her ne kadar işim olacak olsa da sanırım bu blogu yazacak vaktim olacaktır diye düşünüyorum:)

Haydi görüşürüz canlar:)

Utku